
Strazburg'da soğuk bir sabahtı. Yağmurdan ıslanmış taş kaldırımlar parlıyordu ve mağazaların vitrinlerindeki ışıklar sisin içinde loş bir şekilde parlıyordu. Bir antika dükkanının önünde durdum. İçeriden gelen eski kağıt kokusu yağmur kokusuna karışıyordu. Camın arkasında bazı gravürler asılıydı. Mürekkep soldu, çizgiler zamana direndi. Satıcı, Picasso'nun baskılarından ilham aldıklarını söyledi. Bu konuya değinmedim çünkü bazen bir tabloya dokunmak duaya dokunmak gibidir, onu mahvedersiniz.
O an içimde bir şeyler kıpırdadı. Bu yazıyı yazma isteği o pencerenin önünde doğdu. Gerçekten Picasso'nun gravürleri hakkında ne kadar bilgimiz var?
Picasso'nun yolculuğu, yalnızca resim ve heykel alanındaki devrimleriyle değil, aynı zamanda baskıresim sanatına kattığı derinlikle de benzersizdir. Yık, yok et, sonra yeniden inşa et… İşte sanatın özeti bu. Jean Cocteau'nun “phénixologie” dediği, küllerinden doğan durum Picasso'ya çok yakışıyor. Her dönemde kendi dilini yok eder ve sonra bambaşka bir biçimde yeniden başlar. “Bir resim her zaman bir yıkım toplamıdır” derken kastettiği budur.
Picasso'ya göre sanat doğayla bir savaş değil, doğayı dönüştürme arayışıdır. “Doğa insandan daha güçlüdür, biz yalnızca ayrıntılarda özgür davranabiliriz” diyor. Dolayısıyla onun çizgisi doğanın ritmini dinleyen bir yaratım biçimidir.
GÖRSEL GÜNLÜK
Gravürlerinde karşılaştığımız sahneler hayatla sanat arasındaki gerilimi yansıtıyor. Picasso'nun gravür serüveni 1930'larda başladı ve 1940'lardan sonra olgunlaştı. Her baskı, yaratıcı bir sürecin kesitidir; sonuçtan ziyade sürecin öyküsünü anlatır. Bu yüzden gravürleri onun görsel günlüğü gibidir.
1958'de Vallauris'te başlayan linocutlar onun teknik yeteneğini kanıtlıyor. Önce tek renkle deneyiyor, sonra aynı kalıpla çok renkli baskıların nasıl yapıldığını keşfediyor. Dolayısıyla tek bir yüzeyden çok katmanlı bir dünya yaratıyor.
Aquatint ve yumuşak boya gibi usta teknikler. 1957'de yayınlanan “Tauromachia de Pepe Illo” dizisinde boğa güreşinin hem şiddetini hem de ritüelini gri ve siyahın dramatik tonlarında anlatıyor. Picasso her yeni malzemede yeni bir anlatı buluyor: çinko, linolyum, kağıt. Her satır, içindeki farklı bir girişi duyurur.
Gravürlerinde insan yüzü her zaman gizemlidir: Jacqueline Roque, Françoise Gilot, Dora Maar… Bazen ilham perisine, bazen de yaratıcı acının yansımasına dönüşürler. Grotesk ve lirizm, komedi ve trajedi aynı sayfada buluşuyor. Picasso için sanat aynı zamanda bir oyun ve varoluşun sorgulanmasıdır.
NEFES ALABİLİR GRAVÜRLER
Yağmur durmuştu. Antika dükkanının vitrini hâlâ içimi ısıtıyordu. Camın arkasında gravürler yeniden nefes alıyor gibiydi. Mürekkebin kokusu, kağıdın kırılganlığı, çizginin tereddütlü titremesi… Her şey dokunaklı bir sıcaklığa dönüşmüştü. Hayat da böyle değil mi? Biraz kazmak, biraz iz bırakmak ama her şeye rağmen yeniden başlama cesareti. Strasbourg'un solgun ışığında şunu anladım: Belki de sanat kendini yeniden keşfetmenin bir yoludur.